Öyle üç rakam söyleyin ki,'yardımı,acıyı,üzüntüyü,sevinci,korkuyu,hızı,vefayı,cefayı,uykusuzluğu, 24 saat 7 gün kesintisizliği' çağrıştırsın...
19 Ekim 2010 Salı
ölüm korkusu
Adrese yakın bir yerde,hasta yakını telaşla elini kalırdı.hemen ona doğru yöneldik.eve ulaşıp hasta nerde diye sorduğumda,hasta olduğu söylenen kadın telefonla konuşuyordu.kapattı sonra.
-geçmiş olsun nedir şikayetiniz?
-ölüyorum ben kurtarın.
Akciğer kanseri olmasına rağmen,rahat nefes alıyordu,gayet de iyi konuşuyordu.
Sonra başladı anlatmaya
-uyuyordum ben.yanıma biri geldi.ya canını şimdi alırım,ya da sonra alırım ama sürünür,çok acı çekersin.kararını ver.sevdiklerinle vedalaş.üç gün sonra yine gelicem.
-uykunda mı oldu bunlar?
-evet uyuyordum.
-tam süpermen gibi uçarken uyanmışım(tabir aynen böyle)
Hasta yakınına döndüm.
-peki ambulans çağırma nedeniniz nedir?
-uyuyordum ben.bi çığlık duydum.sonra da ölüyom ben diye bağırınca çok korktum.ablam akciğer kanseri.ciğerinin yarısı yok.ölüyo sandım.
Tansiyon ve diğer bulguları normaldi.
Hastam panik atak hastasıymış ayrıca.antidepresan kullanıyormuş.çoğundan saklarlar ama,o,kanser hastası olduğunu biliyormuş.
Ah teyzem,hepimiz öleceğiz diye başladım söze.Senin gibi ciddi rahatsızlığı olanlar daha çok düşünürler ölümü.çok düşünme.hayatın ve kimsenin garantisi yok dedim.kafana çok takmışsın.ondan öyle görmüşsündür.
Diyelim ki rüya değil ,gerçekti gördüğün,şanslısın.sana sevdiklerinle vedalaşmak için fırsat tanımış.bu fırsat herkesin eline geçmez.
Başını salladı.tatmin olmuş gibiydi.
Şimdi yatarsan uyuyabilir misin?
-uyurum dedi.
Hadi biraz daha uyu.herşey normal.ilaçlarını kullanmaya devam et.kafana da takma böyle şeyleri dedim ve ayrıldık.
7 Ekim 2010 Perşembe
çifte sevk
Sakin başlayan nöbetimiz,merkezin bizi anons etmesiyle hareketlendi.hastamız,acil serviste kolunu iş makinesine kaptıran genç bir erkekti.hızlı davranırsak yemek saatine yetişiriz diyerek çabuk çabuk aldık hastamızı.sevk izmir deki tıp fakültelerinden birineydi.
Yol uzun ama avantajımız,otobandan gidilebiliyor olmasıydı.hastamızda stabildi zaten.öyle iyiydi ki,beğenmiş beni kardeşine ayarlamaya çalıştı bi ara.maaşımı filan sordu.
Ulan kolun kesik,parmakların tutmuyor,aklından neler geçiyo,diyemedim.Bunların sırası değil gibi laflar geveledim ağzımda.Att arkadaşın da hoşuna gitti habire soruyo nerde çalışıyo,ne iş yapıyo kardeşin,mutlu mesut gidiyoruz yani.
Hastamızı sevk eden uzman doktor da,gitmeden üniversiteden hastayı kabul eden hocayla görüşmüş.götürüp bırakıcaz.form imzalatıcaz olucak biticek.biz de hastanedeki kuzu kapamaya yetişicez.yetişicektik...olmadı...Hastaneler arası dolaştırıp,yolda ölen insanların haberleri arttıkça,bir çözüm yolu bulunarak,hastanın sevk edildiği hastaneden,sevki kabul eden doktoru arayıp hasta hakkında bilgilendirmesi,hastanede yatak olup olmadığının sorulması(online görülebiliyor), hastalığına uygun hastane nakilleri önceki yıllara oranla,hızlı ve sorunsuz hale geldi.
Bizim hastamız için de,tüm bu prosedürler doğru şekilde uygulandığından ,ambulanstan indirdiğimiz sedyeyi,acil servise doğru sürdük.çevreme bakıp en yakın doktora,geldiğimiz yeri söyleyip,hastamızın ortopedi servisince kabul edildiğini,bilgileri olduklarını söyledim.Hastayı bir devlet hastanesine getirmiş olsaydım,hasta acil serviste teslim alınır,ilgili birime yönlendirilirdi.ancak üniversite hastaneleri özerktir.kurallarını kendileri koyarlar.Bu kuraldan hareketle,hastamızın acil servisten kabul edilemeyeceğini,kabul eden servis neresiyse ora gitmemiz gerektiği söylendi.bir personel yardımıyla kartlı geçiş kapılarından geçip,servise vardık.
Her biri birbirinden habersiz dört-beş beyaz önlüklü vardı.belki bi kısmı öğrenciydi bilemiyorum.neredeyse hepsine tek tek durumu anlatmaya başladım.artık sinirlenmeye başlamıştımHocalarını aradılar.hastayı kabul edeni yani...O'da hastayı acil servisin kabul etmesi gerektiğini söylemiş telefonda.
acil servis kabul etmiyor zaten ordan geldik dediğimizde bir saatlik beklemenin henüz 15.dakikasındaydık.
neyse,çişini yaptırdıktan kısa süre sonra biri bize seslendi.acile götürün hastayı orda kabul edecekler.bakın zaten acilden geliyoruz kabul etmediler,tekrar buraya gelecekse götürmeyeyim deyince,bu sefer kabul edicekler,ordan da ameliyata alınacak,siz götürün dedi.hamal gibi hissettim kendimi ordan oraya ordan oraya...
acile vardık kim kime...ulan gene kimse ,yok.en yakındakine doktorlardan birine yanaştım .erkekti.dr.y hanım kim?
el cevap:ben y hanım değilim.
benzemiyorsunuz zaten diyebildim.çok sinirledim ama.zaten canım burnumda.aklınca espri yapıyo eşşoğlusu.sonra koridorun ortasına geçip
-dr y hanııııımmm diye bağırdım.(cadıyım işte.bi de açım.)
benim dedi zayıf bi ses.
-hastayı getirdim haberiniz varmış.
-evet.paramediklere teslim edin.onlar başlatıyor kabul işlerini.
sonuçta teslim ettik.hastanın rezil olduğuna mı,o kadar sinir olduğumuza mı,yemeğin kaçtığına mı yanayım bilemedim.
Daha bir sevkimiz vardı üstüne...Ooooff offf..!!!.
Yol üzerinde ekmek arası bişeyler yaptırıp,yiye yiye devam ettik yolumuza.ambulansta beslenmek eğlenceli bişey değildir.
merkezi arayıp,diğer hastanın bilgilerini aldım.
hastamız,4 aydır çocuk yoğun bakımda yatıyordu.ailesine nasıl bakılacağını öğretmişler,artık eve gönderiyorlardı.hasta yakını,köylümdü üstelik.beni görünce çok sevindi.
Çıktık yoğun bakıma,hortumlar,kablolar,alarm sesleri ve 14 aylık bir bebek...
iyileşme ümidi kesin olarak yok denmesine rağmen,bacağı hareket etti diye sevinen bir anne,etrafımızda pervane olan bir baba...
Köydeki evin bir odasını yoğun bakım gibi döşemişler,jenaratör,klima,laminant parke taktırmışlar.ortaya bir karyola konmuş.herşey Ela için yapılmış.
son düzenlemeleri yapıp,bi sıkıntı çıkarsa,müdahale edebilmek adına,yaşamsal bulguları normal seyredene kadar yanlarında kaldık.telefon numaramı da verdim.24 saat ulaşabilirsiniz dedim.
yola koyulduk tekrar.istasyonumuza doğru.16:00 da çıkıp 23:15 te dönebildik.çok yorulduk çok...
3 Ekim 2010 Pazar
küçük bir bisiklet kazası...

adrese vardığımızda 10 yaşlarında iki erkek çocuğu karşıladı bizi.
-ne oldu dedim
-enes salağı suyun içinden giderken kaydı bisikletten düştü dedi biri..
Bankta oturmuş etrafına bissürü çocuk toplanmıştı.yanına gittim.elini omzuna koydum.bu,hastanın hem sakin olması,hem güven duyması için yapılan hareketti.adını sordum.
-enes dedi.
-ne oldu enes dedim.ağlamaya başladı.
-yok bişeyim.istemiyom ben sizi.
-sakin ol tamam yok bişeyin.kafanda küçük bi yara var.dikiş gerektirmez,pansuman yapıcaz sadece.silip temizlicez korkma.bi de film çekilsin hastanede.hadi gel dememle enes bir fırladı.zor yakaladık.
-istemem ben siz babamı tanımıyonuz çok sinirlidir duyarsa döver beni çok kızar gelmicem ben diye öyle tepiniyor ki,çevremize başkaları da toplandı.
neredeyse zorla yürütmeye başladık ambulansa doğru,bu seferde,bisikletim ne olacak,bisikletim diye feryat figan...arkadaşları da alamayız dersaneye gidicez deyip çaresiz bıraktılar.hani bisiklete bi yer bulsak,enes de gelecek.ikna ettik artık.nerden çıktı şu bisiklet işi derken,bizim att arkadaşın aklına çarşıdaki dükkanların birinin sahibi akrabası geldi.bisiklet sağ salim gönderildi.
Enes hala ağlıyor:
-gitmiceeemmm!!!!!
bende film koptu.gülmekten tutamıyorum çocuğu.öyle komik ki.sanki işkence edicez eşek herife.kalabalık da giderek çoğalıyo.
Resmen ittire kaktıra bindirdik araca.bir süre vermem diye diretti ama,babasının numarasını da aldık ondan.aradık hastaneye gel diye.
Yattı sedyeye ufaklık,pansumanı yapılıyo bir yandan ben de kontrol ediyorum başka birşeyi var mı diye.olsa da söylemez bu şimdi korkudan diye her yerine baktım.dirseğin de sıyrıkları vardı.
Sakinleşti artık.sordum.
-baban çok mu dövüyor seni?
-evet
-istersen şikayet edebilirsin polise dedim.kendimden biliyordum.babam dövünce,onunda canının yanmasını çok isterdim.ya büyüyüp ben de onu dövücektim ki,dayanamazdım, o nun kadar merhametsiz değildim.ya da polisler verirdi cezasını.en iyisi şikayet etmeliydim.
hiç etmedim,edemedim...ama hep aklımdan geçti.belki enes bunu yapabilirdi.
korktu.
-yok yaramazlık yapınca dövüyo dedi.
-çok mu yaramazsın?
-bilmem
Araç acilin önünde durup,el freninin sesi gelince bizim ufaklık,üstündeki emniyet kemerlerini açmaya çalıştı.birini açtı da hemencecik.
-dur bakalım sedyeyle alıcaz seni.koy başını.
att arkadaş çözülen kemeri yeniden taktı.
Acile girer girmez henüz susmuş gözleri gene ağlamaya başladı.
-istemiyom beeeennn yok bişeyim.iğne yapmayın banaaaa...
Doktor hanıma anlattım enes i.pansuman odasına geçtiler.bizimki hala ağlıyor.yanına yaşlı sayılabilecek sakallı bir amca geldi.babasıymış.dayanamadım.
-enes siz kızacaksınız diye gelmek istemedi.bu seferlik kızmayın olur mu?kaza olmuş.
çok yaramaz dedi sadece.
kızmam demedi.
Hep derler çocuklar babadan korksun iyidir,sonradan laf geçirilmez filan...
Çocuk kendi acısını unutup,babasından yiyeceği dayağı düşünüyor.bu kadarı da abartı değil mi?ya enseye şaplak kıça parmak durumları ya da dayak korkusu..bunun bir ortası yok mu?
30 Ağustos 2010 Pazartesi
ölüm nerde gelir insana?
Ne diyecektim ben.ölüm...yaşamın sonu,kalp durması,solunum durması,ya da bizim deyimimizle,cardiyopulmoner arrest...
Ölünce öte tarafta ne olur bilinmez ama,bence olan yakınlarına olur.ister kolu bacağı kopmış,kafatası ezilmiş kötü bi kaza sonucu,ister doksan yaşına gelmiş uzun yıllardır yatağa bağımlı olmanın sonucu olsun,ölümü kimse sevdiğine yakıştıramaz.her zaman acıyı görürsün o evde,ağlayan bir kaç kişi,doluşan kalabalık,mutlaka bilmiş,bişeyleri idare etmeye çalışan cenaze yakınları...
Son iki günde iki ölümlü vakamız oldu.ilki,şimdi üzüm kesme zamanı olduğundan yaygın olan traktörle tarlaya amele taşıma sırasında uyarı ışığı olmayan traktöre,minibüsün arkadan çarpmasıyla traktörün ve bağlı bulunduğu insan yüklü kasanın devrilmesi sonucu oln bir kazaydı.tahmin edildiği üzere devrilen traktörün sürücüsü altta ezilerek can verdi.çok sayıda da yaralı vardı.haberlerin dediği gibi olay yerine çok sayıda ambulans görevlendirildi.sabaha karşı 5 te 5 ambulans 12 yaralıya müdahale edip hastanelere taşıdık.
Bizim aldığımız kazazede,en küçüğü 2.5 yaşında olan 3 çocuğunu anne gitme derken evinde bırakıp,20 lira için bu sıcakta tarlada çalışmaya giden bir kadındı.adını versem mi acaba hasta mahremiyeti olayı.neyse.bu ablamızın kafasının iki yerinde açık yarası ve dizinde parçalı kırığı vardı.kırık dışarıya çıkmıştı.emin olun hiç hoş bir görüntü değildir.
Normalde bizim işimiz değil ama (polis veya bölgesine göre jandarmanın işidir.)her yöne bedava telefonun verdiği güvenle sordum hastama ailene haber verelim mi diye.çaresiz hastalar biran önce yakınım yanında olsun diye bu soruya evet cevabı verip numarayı söylerler.ama bu ablamız(yaşımdan dolayı teyze diyemeyecek kadar genç,abla diyemeyecek kadar yaşlıydı.ağlamaya başladı aramayın çocuklarım korkmasın.zaten gitme diyorlardı..çocukluğum aklıma geldi.bende istemezdim annemin yardım için de olsa bağa gitmesini.
Bir de ölen adamı düşündüm bu arada.en fazla 40 yaşlarında...Ölüm onu traktör sürerken yakalamıştı.traktörün ağırlığı içerde büyük ihtimalle kaburgaları kırıp akciğerine batmış,akciğerleri hava yerine kanla dolmuş,nefes alamamıştı.yine karaciğer,mide,dalak bu basınca kayıtsız kalmamış,karın boşluğu içinde ezilerek,iç kanama da ölüm nedenine eklenmiştir
O araçta ölen adamın eşi varmıydı bilmiyorum.Büyük ihtimalle yoktu.çünkü kimse başında ağlamıyordu.herkes kendi canının derdindeydi.eşi evde miydi acaba?az önce gönderdiği hayat arkadaşı siyah kod verilmiş, altından çıkarıldığı aracın yanında boylu boyunca yatıyordu.henüz kimse üzerine bişey örtmemişti.
ailesinin acı haberi duyunca ne yapacağını düşündüm.üzülüp ağlayacaklardı tabii ki.sonra cenaze için toplanmış eş dost onla ilgili bişeyler söyleme ihtiyacı için de;daha geçen hafta gördüm çok iyiydi şöyle konuştuk hatta bana böyle dedi,bir diğeri dün gördüm deyip onu en son görenin kendi olduğunu iddia edecek,bir diğeri daha bugün gördüm, gibi laflarla rekabet edecekler.ne kadar gerekliyse artık.eğer yaşıyorsa anne baba evlat acısı yaşamanın ne kadar zor olduğunu anlayacak,onun yerine ben ölseydim diyecekler.çocuklarını düşünmek istemiyorum eğer küçükse salak sarsak etrafta dolanacak bişey anlamayacak,büyükse herkesin acıyan bakışları ve sahte sarılmaları eşliğinde acısından harap olucak...
ikinci ölümlü vakam daha dün sabah gerçekleşti.48 saatlik nöbetimin bitmesine yarım saat kala gelen ihbarla şehir içi 3 dk lık bir mesafeye çıkış yaptık.hasta ikinci kattaydı.bir solukta çıktım merdivenleri.ekip şefiyim ya önden gidip durum değerendirmesi yapıcam.ekibin kalanı da arkamdan müdahale çantası ve sizin bildiğiniz adıyla şok cihazını getiriyor.neyse ikinci kata çıktığımda hasta yakınları çevremde ama görünen bir hasta yoktu.hasta nerde dedim.tuvalette dediler.işaret ettikleri yerde açık kapıdan baktığımda kimse yoktu.nerde dedim tekrar,tuvalette kaldı dediler.hasta,büyük tuvaletini yaparken kalp krizi geçirip o halde oracıkta kalıyor ve kapının arkasına düştüğünden kapı açılmıyordu.biz gelene kadar da kapı aralığından hastanın morarmış yüzünü seyretmişler çaresizce.kapıyı biraz zorladım,hastanın ayağı engel oluyor,hayatı ayağından daha önemli en fazla kırılır diye düşünerek bir daha zorladım,oluşan aralıktan içeri girdim.arkamdan da att arkadaşım mehmet.soluk almıyordu.hastayı önce oradan çıkarmalıydık.üstünü filan toplamadan öylece birimiz omuzlarından birimiz dizlerinden tutarak çıkardık geniş salona.yere yatırdık.kalp masajı için sert zemin önemlidir.hemen geçtim kalp masajına arkadaşlara da yapacakları konusunda görevlendirme yaparken,soruyorum ne zaadır bu halde,bilinen bi hastalığı var mıydı?ilaç kullanıyor mu ameliyat oldu mu daha önce.cık.bütün soruların yanıtı hayır.sapasağlam adammış 58 yaşındaymış.doktora bile gitmezmiş.ayrıntıları geçeyim.sonra hastanın ritm ve kalp atımı döndü ve hastaneye taşıdık.ne yazık ki orada tekrar gitti.
Eşi bursa da çocuklarının yanına gezmeye gitmiş.belki birazdan evinde hiçbir hastalığı olmayan sapasağlam bıraktığı eşinin ölüm haberini telefonda alıcak.haber veren biraz düşünceliyse hasta oldu gel diyecekler.en azından yolculuğu rahat geçsin diye...
Ölüm işte,hepimizin başına çeşitli senaryolarla gelicek ama sonu hep aynı bitecek.geleneksel ritüeller yapılacak,sonra herkes sırayla dağılacak.ateş sadece düştüğü yeri yakacak.kimse sıradakinin kendisi veya en sevdiği olduğunu düşünmeden,hiç kendi başına gelmeyecekmiş gibi uzaktan bakıp,hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamaya devam edecek,edeceğiz....
31 Temmuz 2010 Cumartesi
intihar

Etrafı araştırdım.Banyoda koca bir ekmek bıçağı ve musluğu altında kan damlaları...ölürken bile etrafı kirletmek istememiş.bir su tutarlarsa temizlenir diye düşünmüş belli ki.
26 Temmuz 2010 Pazartesi
selam...
bu işi yalnız yapmıyorum.o kıç kadar ambulansta 3 kişi çalışıyoruz.2 acil tıp teknisyeni,biri de paramedik.paramedik olan aynı zamanda ekip şefi.yani ben.
hasta ve yakınını söylemeyi unutmadım.son iki kişi sürekli değişse de sabit olan 3 kişiyiz sonuçta...
yoğun bir ilçede 2 ekiple aynı binayı paylaşıyoruz.o ekip te doktor,acil tıp teknisyeni ve ambulans şoförü var.3 oda,1 salon da bir nöbette 6 kişi prefabrik binamızın içinde yaşayıp gidiyoruz ya da birbirimize katlanıyoruz dersek daha doğru olucak sanki.
Bize vakaları telsizle bildiren bir merkezimiz var.112 yi aradığınızda önce,112 komuta kontrol merkezine bağlanırsınız ve acil durumunuzu,adresinizi,hasta bilgilerini orda telefondaki çağrı karşılayıcı sağlık personellerine anlatırsınız.onlar da ambulansa ihtiyaç olduğuna karar verirse(kabul edersiniz ki hala sim kartı denemek için 112 nin arandığı bir memlekette yaşamaktayız.)sizden adresinize en yakın bilinen bir noktanın adını ister.bu bir camii yada market(ama mehmet bakkal gibi abuk adresler değil.)okul yada park olabilir.amaç,hastanıza daha çabuk ulaşmaktır.sonra oraya çıkmanızı,ambulası görünce el sallamanızı isterler.bu arada bize de telsizle olay yeri ve hasta bilgileri verilerek,vakaya çıkış yaparız.